Üstadı İlk ne zaman
tanıdınız?
Aziz Üstadı ilk olarak 1949'da risaleler ile tanıdım. Ama
onu ancak 1952'de görmeye nail olabildim.
Nasıl oldu ilk
görüşmeniz?
Üstad 1952'de Gençlik Rehberi mahkemesi için İstanbul'a
geldiğinde onu gördüm. Ağabeyler bizi önceden üstada anlatmışlardı. Bir gün
baktım Muhsin Alev abi bizi almaya geldi. Hemen hazırlandık ve Sirkeci'deki
Akşehir Palas Otel'e gittik. Sabah
namazından sonra üstadın yanına yanaştım ve elini öptüm. O da başımı öptü.
Sonrasında iki buçuk saat ders verdi ve anılarını anlattı. Öyle oldu ilk
tanışmamız.
Mahkeme dediniz.Peki,
mahkeme sonucu ne oldu?
Üstad beraat etti. Bütün dünya bir sevince medar oldu
anlatamam. Dünyanın her tarafından üstada tebrikler yağıyordu. Biz sevinçten
birbirimize sarılıyorduk.
Üstadın tepkisi ne
oldu beraat kararından sonra?
Üstad da çok sevinmiş ve bu olayı risalelerin zaferi olarak
telakki etmişti. Çünkü gençliğe ulaşmak daha kolay olacaktı artık.
Beraattan sonra...
Beraattan bir ay sonraya kadar Üstad Fatih'teki Reşadiye
Otel'de kaldı. Sonra Emirdağlılar geldi. Üstadı çok özlemişlerdi. "Ne olur
Emirdağ'ı garip bırakmayın!"
diyerek üstadı bizden alıp götürdüler. Üstad, Emirdağ'da bir müddet
kaldıktan sonra Isparta'ya gitti. Kısa bir süre sonra Emirdağ'a geri döndü.
Üstadı evinizde
misafir ettiniz.
Evet, ettim. Üstad 1953'te İstanbul'a gelerek Beyazıt'taki
Marmara Otel'de kalmaya başladı. Bir hafta kadar orada durduktan sonra binanın
yeni ve lüks olmasından rahatsız oldu ve oradan ayrılmak istedi. Bunun üzerine
üstada ahşap bir ev aramaya başladık. Bizim evin yakınında, cadde üzerinde bir
fırın vardı. Onu tutmak istedik, tutamayınca da bizim evde kalmasını teklif
ettim. Üstad, gelip bakalım dedi ve sonra kabul etti.
Ne kadar kaldı
sizinle?
Yanlış hatırlamıyorsam üç ay kadar kaldı. (Bir müddet
düşünüyor.) hayır, sanırım üç aydan fazla kaldı. Çünkü elimizde 27 Temmuz
1953'e ait bir tebligat vardı. Üstad ise Nisan ayının başlarında gelmişti. Yani
sanırım dört ay kadar...
Tebligat dediniz...
Evet, tebligat dedim. Üstadın, Samsun Ağır Ceza Mahkemesi'ne
gitmesi gerekiyordu. Ama Üstad hasta idi.
Gitti mi peki?
Yok, elhamdulillah gitmedi.
Nasıl oldu?
O zaman Yukarı Guraba, şimdiki adıyla Çapa Tıp Fakültesi'nde
Dr. Sadullah Nutku vardı. Onun teşhisleriyle ne karadan, ne denizden, ne de
havadan yolculuk yapamaz diye rapor alınmıştı. Rapor mahkemeye
gönderilince Üstadımız da gitmedi. Bizle
kaldı.
Şanslıydınız yani?
(Gülüyor) Pek sayılmaz. Çünkü üstad ikinci bir hareket için
bir müddet sonra Isparta'ya geri döndü.
Biraz da Risale-i
Nurlara gelelim mi? Onları nasıl neşrediyordunuz?
Matbaalar 1948'den 1956'ya kadar Risale-i Nurları basmaya
korkuyordu. Biz de kendi imkanlarımızla basmaya çalışıyorduk.Teksir makinesi
almış, onunla basıyorduk. ( Yüzümdeki şaşkın ifadeyi fark edince gülüyor
ve başımı okşuyor.) Şimdi sen teksir makinesinin ne olduğunu da bilmezsin? ( Bu
sefer ben gülüyorum, o da nasıl bir şey diyorum biraz da sıkılarak. Yadırgamıyor.
Zamanın aktığını söyledikten sonra, bunları bilmememin doğal olduğunu
belirtiyor. Sonra sıkılmadan anlatıyor nasıl bir şey olduğunu, nasıl
çalıştığını.)
İlk hangi kitabı
bastınız bu makineyle?
"Matbaada Asayı Musa'dan Akan Bir Nur Çeşmesi"
adlı kitabı Zübeyir Gündüzalp Ağabey, mumlu kağıda yazma aşamasındaydı.
Sonrasında Afyon Mahkemesi beraat kararını verdi. Bu kararla birlikte Risale-i
Nurları İstanbul, Ankara, Antalya ve Samsun'da matbaalarda basmaya başladık.
Risaleler matbaalarda basılınca bir hürriyet havası oluştu. Biz de 1960'a kadar
hür bir zeminde yaşadık ve Risale-i Nurları tüm Türkiye' de neşrettik.
Üstad'ın vefatı
sırasında Urfa'da mıydınız?
İstanbul'daydım. Üstadın yanında Bayram abi, Zübeyir abi ve
Abdullah Yeğin abi vardı. Urfa'dan ayrılması için baskı yapılıyormuş. Bunun
üzerine ağabeylerimiz aradı;Adnan Menderes Park Otel'de gidin görüşün üstadın
Urfa'dan ayrılması baskısı kaldırılsın dediler. Avukat Bekir Berk, Mehmet Emin
Birinci, Hakkı Yavuz Türk ve ben hep birlikte Gümüşsuyu'ndaki Park Otel'e
gittik. Bekir abi özel kalemi ile görüştü. Biz cevap beklerken radyodan üstadın
vefat ettiği haberi anons edildi. O gün çarşambaydı ve hemen yola çıktık. Cuma
günü Urfa'ya vardık. Fakat biz defin
için belirlenen günün cuma olduğunu bilirken vilayet(valilik) baskı yapmış ve
defin zorla perşembe günü yaptırılmıştı.
O gece Urfa'ya çamur
yağdığı doğru mu?
Evet, arabaların üzeri büsbütün çamurdu. Acayipti, sema
adeta çamur ağlamıştı. Ramazandı o zaman ve ben böyle bir manzarayı hayatımda
ilk kez görüyordum.
Definden sonra ne
yaptınız?
On gün kadar Urfa'da bekledik. Üstadın mezarı başında nöbet
tutuyorduk insanlara mezar ziyareti adabına riayet ettirmek için. Çünkü çok
yanlış şeyler yapılıyordu. Toprağını zorla avuçlayıp götüreninden tutun
türlüsüne kadar... Nöbet işini de sırayla yapıyorduk, Zübeyir abi bile nöbet
tutuyordu zorlanmasına rağmen.
Üstat, mezarım
bilinmeyecek demişti ama siz başındaydınız.
Evet, mektupları var, kendi neşretti. Üç dört mektupta mezarının
bilinmeyeceğini yazmıştı ve bunlar vasiyet tarzındaydı. Biz de hayret
içindeydik. Arkadaşlarla birbirimize üstat böyle dememiş miydi dedik. "Demek
ki kader böyle hükmetti sonradan." dedik. Çünkü karşımızdaki manzara
vasiyete uymuyordu. 111 gün sonra mezarın kökünden kaldırılıp götürüleceğini
nereden bilelim?
Mezar başında iken bu
davadan soğuyan oldu mu içinizden?
Nur talebeleri sadık kalmaya devam ettiler. Mezarın yeri
biliniyor diye kimsenin üstattan soğuduğunu hissetmedim.
Mezarın
kaldırıldığını nasıl öğrendiniz?
Cumhuriyet Gazetesi'nde solda tek sütun halinde bir haber
halinde okudum ve haberdar oldum. Arkadaşlarla konuştum. Onlar beni derhal Isparta'ya yolladı. Gittim
ki bütün arkadaşları tutuklamışlar.
Üstattan sonra ilk
olarak ne yaptınız?
10 gün sonra Isparta'ya geldik. Üstadın evinde kaldık. Üstat
vefat edince Hüsrev ağabeyle bundan sonrasını görüşmek için bir kaç defa bir
araya geldik. Hüsrev abi, "İnşallah üstadımızın vefat etmiş olması Hizmeti
Nuriye'nin inkıtaına(dağılmasına) sebep olmayacaktır. İnşallah hizmet daha gür
şekilde devam edecektir." dedi. Nitekim Ankara ve İstanbul başta olmak
üzere hizmet bütün Türkiye'de mütemadiyen artarak devam etti.
Sizi bu davaya bu
kadar bağlı tutan şey neydi? Biz bunları yapamazdık sanırım.
Bir tek kişinin imanını kurtarma gayreti ile biz onca
sıkıntıya ve zulme katlandık. Çok büyük hayaller kurmuyorduk. Sürekli zindeydik
ve hayal kırıklığı hiç yaşamıyorduk. Çünkü bir tek kişiyi kurtarma sevdasıydı
bizimkisi. Dolayısıyla biz de bu davaya bıkmadan, korkmadan ve yorulmadan sahip
çıkıyorduk.
Üstadın sizi en derin
etkileyen sözü hangisi?
"Bir tek insanın imanının kurtulması için cehenneme
girmeye razı olmuşum kardeşim." Bu cümleyi üç farlı yerde ve zamanda
duydum. Fakat üçüncü duyuşumu asla unutamıyorum. Çünkü üçüncüsü beni adeta
yaktı bitirdi. Allah yolunda her türlü işkenceyi çekmiş, her türlü zulme göğüs
germiş birinin cehenneme girmesini kabullenemedim. Eridim, eridim. Ben bunu
kalbimde hissederken üstat işaret parmağını bana uzattı ve üzerime doğru ani
bir hamle yaptı. " Ebedi değil, girip çıkmak" dedi. Birden rahatladım
ve elhamdulillah üstat cehennemden kurtuldu dedim kendi kendime.
Üstadın size
söylediği en tatlı söz hangisi?
Soğuktan donmak üzere olan birinin sıcak bir odaya girmesi
gibiydi üstat ile olmak. Onun her sözü çok tatlıydı.
Peki, Üstat size hiç
kızdı mı?
Ben bir yanlışlık yapmıştım. 1955'te Isparta'ya gittim.
Üstada sormadan Hüsrev abinin yanına
uğradım. Üstadın yanına medreseye
dönünce Hz. Üstat beni çağırdı, hiddetlendi," Ben seni Hüsrev'in yanına
gönderecektim, sen iyi yaptın gittin!" dedi bir kaç kere tekrarlayarak. O
an üstadın bana kızdığını anladım.
Üstat kızar mıydı
talebelerine?
Zübeyir abiler 15 gün boyunca üstadın hiddetlendiğine şahit olmasaydı, "Eyvah üstat bizi
muhatap almıyor." manasını
çıkarıyordu. Üstat kızdı mıydı, " Vay, üstat bize değer verdi, bizi
muhatap aldı." derlerdi. Biz de bu anlayışı Zübeyir abilerden aldık.
Risalelerin o dönemde
tercüme edildiği doğru mu?
İsveç, Norveç ve Finlandiya'da İslam'a ilgi artmıştı.
Mektuplar geliyordu tercüme noktasında ne yapılabilir diye. Üstat Fransızcaya
çevirin demiş. Bazılarımız daha sonra karşı çıkınca Sungur abi üstadın
mektubunu çıkardı ve gösterdi.
Üstadın Fransızca
bildiği doğru mu?
Evet, öğrenmişti.
Şimdiki nesil ile
sizin döneminizdeki nesli karşılaştıralım mı?
O zaman Osmanlı'dan kalma İslami terbiye vardı. Şimdi ise
zavallı gençliğimiz bundan uzak. İnşallah bu zemin 4+4+4 ile yeniden
oluşturulacak. Çünkü imam hatip okullarının açılmış olması şimdiki temel yapıyı
oluşturmada çok büyük bir fonksiyona sahip olacaktır. 60 sene zarfında ağacın
dalları kırıldı ama elhamdulillah ağacın köküne bir şey olmadı.
Son olarak; soyadınız
Güleç, fakat herkes sizi Mehmet Fırıncı abi olarak biliyor.
(Uzun bir müddet gülüyor) Üstadı ilk ziyarete gittiğimde "İnsanlara
ekmek yaparak hizmet etmek sevap..." dedi. Biz simit, pasta, börek yapıyoruz
deyince "o daha çok sevap" demişti. Daha sonra üstat bana para verdi ve git Erzurum Şekeri
ile tereyağı al dedi. Getirdiğim yağı bıçakla ikiye böldü. Yarısını verdi,
"Fırıncısın, git bununla bana ekmek yap getir." dedi. Ondan sonra üstadın talebeleri Fırıncı Mehmet
dedi. Bu gün de Fırıncı Abi olduk.( gülüyor)
Üstat da mı Fırıncı Mehmet derdi?
Hayır, o Fırıncı Muhammet derdi. Mehmet demezdi.
(Kalkacağız) İsminiz neydi?
- Necip
- Müşerref olduk. Allah imanla kabre gitmeyi nasip etsin.(amin)
27.08.2012
Fatih/İstanbul/Nusret Apt.
|